http://sairlermaras2.blogspot.com.tr/

20 Temmuz 2014 Pazar

AHMET SÜREYYA DURNA


KİMDİR: Ozan - Gazeteci - Gezgin

DOĞUMU:  1954 Yılında Maraş’ın Afşin ilçesine bağlı Nadır köyünde dünyaya geldi
 
ÖĞRENİMİ:   Lise ve İmam Hatip Lisesinden sonra yüksek öğrenimini tamamladı.

EDEBİ HAYATI: Uzun süre Akdeniz Bölgesi Basın Ajansı olarak çalıştı. Bazı gazetelerde belgesel araştırmalarının yanında, kültürel makaleleri yayınlandı. İç ve dış gezileriyle ilgili yazılar kaleme aldı, röportajlar aktardı. Daha sonra belirli aralıklarla köşe yazarlığı yaptı.

Mizah, Milli Mücadele, İttihat, Somuncu Baba, Kültür- Sanat, Bengisu, Mefkûre gibi bir çok Edebiyat dergilerinde şiirlerini yayınladı.  Aynı zamanda, bu dalda bir çok ödüller aldı. Afşin Belediyesi Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü görevinde de bulunan Ahmet Süreyya DURNA, makalelerini bir müddet müstear isimle yazdı.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde ayak bastığı yerlerin tümünü istisnasız dolaşan Gazeteci-Şair, İskenderun Demir Çelik Fabrikalarından emekli ve iyi bir Ortadoğu gözlemcisidir.

HOBİSİ:  Sporla iç içe yaşamaktadır. Ayrıca  Tekvando milli hakemidir. Sosyal faaliyetlerinin dışında, Hat sanatı ve Osmanlı arşivi üzerinde çalışmaları mevcuttur.

SİYASİ HAYATI:  İki dönem, bir siyasi partinin İskenderun ilçe başkanlığını yaptı.

ESERLERİ
1. Muzır İkili (hikayeler),
2. Denemeler (edebiyat seçkisi),
3. Şafak Taarruzu (şiirler), yayınlanmış eserleri arasındadır. *Yalaka Üretim Merkezi  adlı eseri ise basım aşamasındadır.

----------------------------------------------------------

şiiri

Dünden Bugüne

Korulukta üveyikler uçmuyor
Baltaya sap oldu mazılarımız
Ağzımızı bıçak bile açmıyor
Arttı içtimai sızılarımız

Şakiler bu yurdu sahipsiz buldu
Mısır tarlamıza domuzlar doldu
Mor koyunlar aç kurtlara yem oldu
Acı acı meler kuzularımız

Hasret yüreğimi yakıyor gardaş
Özümde bir şimşek çakıyor gardaş
Yal içip keyfine bakıyor gardaş
Tavşan kaldırmıyor tazılarımız

Ne hazindir kabuk ΄öz΄e yabancı
Hileli bakışlar göze yabancı
Mert kalmadı meydan bize yabancı
Kaybetti gücünü pazularımız

Bazılarımız var çıkla beyinsiz
Bazılarımız var kukla beyinsiz
Bazılarımız var damgalı dinsiz
Zangoçluğa namzet bazılarımız

Köroğlu misali yiğit ozan yok
Despotların oyununu bozan yok
Tarihteki gibi destan yazan yok
Savaş kaçkınıdır gâzilerimiz

Bu tezgâhta niye gergef dokunmaz
Bülbül niye gayrı dalına konmaz
Bilmem niye esâmîmiz okunmaz
Silindi kütükten yazılarımız

Ahmet Süreyya Durna

----

ANADOLU KADINI ANNEM

O, cefakâr Anadolu kadını 
Ve adı üstünde: Anadır annem
Bilirim, sarsılmaz itikadını
Çünkü doğruluktan yanadır annem

Ölçülmeye gelmez, büyüktür çapı
Sevgiye açılan bir ulu kapı
Merhamet mülkünde en muhkem yapı
Esas koruyucu binadır annem


Güldükçe gül açar yüzünde renk renk
Ondadır teennî, ondadır âhenk
Sayfalar dolusu kitaplara denk
Mücerret, mukaddes mânadır annem

Yürüyende eşkin kır ata benzer
Azimde, sabırda Ferhat’a benzer
Hıçkırışı; Dicle, Fırat’a benzer
Mahzun çağlayışlı Tuna’dır annem

Kader bükmüş olsa bile belini
Daha saklar duvağının telini
Köyün umur görmüş saygın gelini
İsmiyle müsemmâ Suna’dır annem

Hizmet limanında bir sessiz gemi
Körün kılavuzu, kelin merhemi
Hastanın sayrının  ilacı emi
Yetimin saçında kınadır annem


O, başlı başına murakabedir
Ve o bir sırattır, bir akabedir
Mecazî anlamda kutsal Kâbe’dir
Safa’dır, Merve’dir, Mina’dır annem

“Hanım Ana” derler saygı gereği
Belli ki toplumun çarpan yüreği
Hakkın rızasıdır bütün ereği
Hasletlerle dolu rânâdır annem

Ahmet Süreyya DURNA

----

binboğalarda yayla şöleni

Kan kokar yaylalarımız
Sarı safran yerine  sümbül yerine
Bakarsın ki bir can düşmüş ölümcül
Yalçın kayaların gölgelerine

Bu can belki Emirli’den bir yiğit
Belki Dirgen Alilerden birisi
Çobanların kavalına kan bulaşır
Yürekler hep korku taşır kin taşır
Bitmek bilmeyen kavgaların zıtlaşmaların
Gayrı gelmez gerisi

Ağıtlar yakılır kıl çadırlarda, Binboğalarda
Aheyyy
Mavzer sesleri duyulur ha bire
İnatçıl katırlar tepişir kolan kırılır
Silahların sıkıldığı yöne doğru tedirgin
Kırçıl köpekler ulur kangal cinsi köpekler
Karışır ıslık ıslığa
Obalara kara haber ulaşır
Ve bir uyuz keçi sırtını kaşır
Emlik oğlaklar kuzular meleşir ağılda
Sürüler çoban bekler

Elma yanaklı kızların dul gelinlerin
Gözlerinde yaş kalpleri hüzün dolu
Bizim yaylaların değişmez töresi bu
Evet bu kan töresi
Bakarsın ki barhanalar yüklenmiş göç hazırlanmış
Eh artık yavaş yavaş
Çanbış katırların sırtında tutulur yayla yolu
Kaymaklı höşmerime, kenger aşına veda
Elveda
Akpınar Çukurpınar Kayabaşına veda
Elveda
Bir deli poyraz eser yapraklar hışır hışır
Issız yurtlarımızda akbabalar dolaşır

İşte böyle gardaş!
Kan kokar yaylalarımız
Sarı safran yerine, sümbül yerine
Bakarsın ki bir can düşmüş ölümcül
Yalçın kayaların gölgelerine


GENÇLİK EFSANESİ

Anafor gibiydik gönül tasında
Gençliğimiz bizden farımadan önce
Çiğ düşerdi üstümüze şafakta
Bağrımıza deli rüzgâr eserdi
Sararıp kurumadan önce
Göğ ekin gibiydik şu hayat tarlasında
Heyhat!

Ayağı sekili gözü sürmeli
Alnı sakar haşarı tay gibiydik
Durup dinlenmek nedir ki yorulmak nedir
Bilmezdik nicedir
Ve âdetâ bir çelik yay gibiydik
Heyhat!

Sığmazdık kabımıza kabuğumuza
Heyecanlıydık
Kalaycı körüğünden farksızdı yüreğimiz
Patlamaya hazır volkan gibiydik
Beyine sıçrayan kan gibiydik doğrusu
Tâbir-i câizse eğer
Çiçeği burnunda delikanlıydık
Heyhat!

Düşünce ufkumuz tahayyülümüz
Sonsuza açılan kapıydı sanki
İhtilâl yapardık sıfır üç sularında
Ay ışığında
Devlerin uykuya daldığı anda
Vira kamçılanan cesaretimiz
Göğsümüzde kargir yapıydı sanki
Heyhat!

Biz idik Zaloğlu Rüstem evet
Şâh-ı Merdan Ali biz idik ahey!
Ya öyle inanırdık
Ya da kendimizi öyle sanırdık
Dik bakışlı Aslanların yatağı
Yiğitlerin merkez üssü otağı
Köroğlu’nun Çamlıbel’i biz idik ahey!
Şahbazları gözünden gölgesinden tanırdık
Heyhat!

Sonunda anlaşılan görünen veçhesiyle
Hazin ve gerçek olan
Silüetten ibaretmiş o netâmeli hayat
Gayrısı yalan...
Ömür yıldızımız kaymak üzere
Tadı yok böylece bitkisel yaşamanın
Hava kirli ekmek küflü su bayat
Hâsılı gidip de dönmeyenlerin
Biz de gideceğiz gittiği yere
Heyhat!


Ahmet Süreyya DURNA

şiirin hikayesi

Şair, Gaziantep/ Kavaklık’ta  hemşehrisi olan  Aşık Mahzuni Şerif’le buluşur.  Mahzuni,  şaire,  “hani yeni şiirlerin yok mu? ”  der. Şair bu şiiri gösterir.  Mahzuni şiiri  çok beğenir.  ‘Gel bunu hece ölçüsüne göre manzum bir biçime uyarla da, besteye dönüştürelim der.  Mahzuni devamla;  “Allah kısmet ederse o yöreleri gelip son kez görmek istiyorum, yayla havalarını ciğerlerime çekmek istiyorum, bana eşlik eder misin? ” diye, ilave eder.

Ahmet Süreyya Durna: ‘ Takdir-i ilahi işte! Ne ben, bu şiiri onun dediği kalıba sokabildim, ne de onun ömrü kâfi geldi. Bize göre aramızdan erken ayrıldı. Ruhu şad olsun.’’  diyor.

----------------------------------------

Hiç yorum yok: