http://sairlermaras2.blogspot.com.tr/

14 Temmuz 2014 Pazartesi

MAHMUT NEDİM TEPEBAŞI



Ozan - Siyasetci  

DOĞUMU: 1953 yılında Maraş’ta doğdu. Önce Eğitim enstitüsü’nü sonra Sosyal Bilinler ön lisansını bitirdi. 1973 yılında başladığı memuriyetin birçok kademelerinde görev yaptı. enson Bilecik ili Bozöyük ilçesi Halk Kütüphanesi Müdürü olarak görev
yaparken 1998 yılında memuriyetten emekli oldu.
1999 yılı yerel seçimleri ile birlikte siyasete atıldı ve aynı yıl Belediye Meclis Üyesi seçild. Geçen zaman içerisinde, birçok yerel gazete ve dergilerde mesleki, edebi ve düşünce yazıları yazdı. Konuşmacı olarak katıldığı toplantılardaki sunumlarından bir kısımları ile şiirlerinden bazıları basında yayınlandı.
Çeşitli konularda araştırmaları mevcut olmasına rağmen, hiç biri kitap olarak yayımlanmadı. Evli ve iki çocuk babası olan Mahmut Nedim TEPEBAŞI 22 Austos 2003′te Belediye Başkan Yardımcılığı görevine getirildi. 28 mart 2004 tarihinde yapılan yerel seçimlerde kontenjandan yeniden Belediye Meclis Üyesi seçilerek tekrar Belediye Başkan Yardımcılığı görevine atandı



------------------------------------------------------------------------

ŞİİRİ
---
ANA YÜREĞİ

Savaşlar gölgesinde;
Akıyorken zaman
Silahlar değişti,
Yöntemler değişti,
Mekanlar değişti,
Değişmeyen;
Savaşlar kaldı
Zalimler değişti,
Mazlumlar değişti,
Değişmeyen;
Zulüm kaldı.
Gidenler gitti,
İnsanlar değişti,
Diller sustu,
Diller konuştu,
Söylemler değişti,
Değişmeyen;
İman
Kalplerde kaldı.
Kırıldı fanuslar
Söndü fenerler
Sönmeyen;
Işık kaldı
Yakanlar, yakılanlar
Değişti
Değişmeyen;
Ateş,
Kor kaldı.
Aşk değişti,
Sevda türkü oldu,
Değişmeyen;
Leyla kaldı, Mecnun kaldı
Dayanır oldu yürekler;
Acıya
Değişmeyen;
Ana yüreği kaldı
Yar değişti
Yaran değişti
Sevgiler;
Sözde kaldı.

Mahmut Nedim TEPEBAŞI

------------------------------------------------------------------------

GECELER

Bekliyorum;
Yüreği sabır dolu
Beklediği gibi
Gönül erlerinin
Buluştuğu geceleri
Dua ve gözyaşlarının
Ak gündüzleri bağrında
Saklayan geceleri.
Karanlığından;
Korkmuyorum gecelerin.
Geceleri karartan insanlardan,
Zalim olmaktan,
Korktuğum kadar
Korkmuyorum gecelerden;
Ne de insanlardan
Ağarınca gün
Ortaya çıkacaklardan,
Zalim olmaktan
Korktuğum kadar!
Bekliyorum;
Hasretle,
Ak gündüzleri
Bağrında saklayan geceleri
Sabırla!
Gözyaşlarıyla geceleri
Yıkayacak erenleri
Hasret ve sabırla
Bekliyorum.
Ya onlar
Onlar da bekliyorlar
Elbet
Sabırla,
Gözpınarlarını açmak
İçin
İçin, için!
Gece sessizliği gibi
Yükselecek duaları
Hasret ve sabırla
Bekliyorum… Bekliyorum…
Yanan yüreğimi
İçin için
Serinletmek için!
Kandilleri kıranlar
Geceleri karartanlar
Korkmuyorum sizlerden de
Zulmün zamana bulaşmasından
Korktuğum kadar!
Geceler ah! Ak geceler!
Hasret kaldığım ak geceler!
Zamanın en kutsal anı
Bağrında saklı ak geceler
Riyasız yakarışlar
Semaya uzanan eller
Bağrında yeşeren
Ak geceler
Bekliyorum
Umut…
Ve Sabırla
   25 Ekim 2007

------------------------------------------------------------------------

ADİL ERDEM AĞABEY

Maraş’tan çıktığı hayat yolculuğunda Kahramanmaraş’a sığmayıp bir su gibi tüm ülke topraklarına ve Dünya’ya akan,
Küheylanın, süvarisinin yönlendirdiği istikamette var gücü ile koştuğu gibi kalbinin derinliklerinden akıp beyninde terkipleşen his ve düşünceleri istikametinde biteviye koşan,
Süvarinin hedefine bir an önce yetişme arzu ve hevesindeki şiddetli istek gibi, başarmak için kurguları peşinde koşan ve çırpınan bir gönül insanıydı bana göre Erdem Bayazıt.
Göğsünde, cüssesine mütenasip bir yürek vardı. Bakışlarındaki keskinlik içindeki şecaatten, baygınlık ise yüreğindeki merhamet ve şefkatten beslenirdi. Bu sözlerim için her zaman şehadet ederim.
Erdem Bayazıt’ı nasıl ve ne kadar tanıdığımı burada ifade etmem gerekirse; “İşte ben, böyle tanıdım Erdem Bayazıt’ı, ağabeyimizi” diyebilirim. Belki kimileri kadar hemen yanı başında bulunmadım, senli benli olmadım, olamadım ama; hep saygı ve sevgi çizgisinde karşılıklı samimi bir dostluk ve yakınlık olmuştur aramızda. Ben de bunu önemsiyorum zaten.
İsim olarak bilmeme, gıyaben tanımama rağmen bizzat 70’li yılların ortasına doğru diyebileceğim bir zaman diliminde tanıdım O’nu. Hani, insanlar arasında kalpten kalbe giden bir yol varmış ya, böyle bir iletişim olmuştu aramızda ilk karşılaştığımız anda. Öğrencilik yıllarımız… Aynı eğitim atmosferinde bulunmakla beraber o güne kadar hiç tanışmadığım bir arkadaşın bana yaklaşarak; “Nedim siniz değil mi? Erdem Bey sizinle tanışmamı ve görüşmemi söyledi bana. O benim hocamdı da” demesiyle de farklı bir (mesaj) ileti atılmış oldu gönüllerimize. Çok az insanın, ender zamanda hissettiği bir ruh halini yaşadım belki o an. O’na göre biz küçük yaştayız, başka bir deyişle daha tıfıl, o ise ağabey. Erdem Ağabey bizimle ilgileniyor, bize güveniyor. Öyle bir histir işte. Şimdi aklıma geliyor da aynı yakınlaşmayı, diyalogu rahmetli Sait Zarifoğlu’nda da görmüş ve hissetmiştim. O kuşakta farklı bir halet-i ruhiye vardı demek ki. Şimdilerde yok böyle bir durum. O kuşak yani akranlar iyi organize olmuşlar kendi aralarında. Bir birlerini tamamlamışlar, aynı yürek olmuşlar, aynı medeniyeti yaşamışlar. Şimdilerde yok böyle bir şey. Herkes başı derdine düşmüş sanki. Değerlerini unutanlara, kendilerinin kendilerine unutturulması böyle bir şey olmasın sakın!
Zaman akıp gidiyor… Erdem Ağabey Kahramanmaraş Halk Kütüphanesi’nde Müdür. Sıkıla çekine yanına gidip geliyoruz fırsat buldukça. O bizi bekliyor ama biz biraz çekiniyor, ürkek davranıyoruz. O bize kocaman adamlar muamelesi yapıyor, çok ciddi konular üzerinde oturup uzun sohbetler yapıyoruz. Müdürlüğü bile farklıydı.. Bazen sohbeti bölüyor, okuyuculara yardımcı oluyor, onların aradıkları kitapları bizzat buluyor, bazen de bir öğretmen gibi rehberlik ediyordu. Çocukluğumuzdan bildiğimiz o asık suratlı, yaptıkları işin bile farkında olmayan kütüphaneciler nerede Erdem Bayazıt Kütüphaneciliği nerede? İşte Fark!..
Yıllar sonra aynı mekanda aynı görevi üstleniyorum kısa bir süreliğine. Kahramanmaraş Karacaoğlan Halk Kütüphanesi’nin küçücük ve basık müdür odası orada bulunduğum sürece bana hep Erdem Bayazıt’ı hatırlatmış, orada yaşadıklarım ve gördüklerim de rehberlik etmiştir. Nereden bilebilirdim ki o günlerden gelecekte olacakları?
Burada Erdem Bayazıt’ın şiirlerinden ve sanat yönünden söz etmeyeceğim. Eminim sanat yönü üzerine çok konuşulacak ve yazılacak, şiirleri irdelenecek. Bizde zaten öyledir; bir adam öldükten sonra onun ölümü ile neler kaybedildiği sonradan anlaşılır. “Milyonların içerisinden kaç tane ilim adamı, sanat adamı yetişiyor ki?” denilip değerlendirilmez. İnsanların yüzüne karşı riyakarlık bizim kültürümüzde yok ama kadir kıymet bilmenin de bununla alakası yok. Bildiğimiz kadar görüntümüz olacağını, yaşantımızın bildiklerimizden beslendiğini herhalde düşünemiyoruz. Her neyse bu işlerin dünü ile bugünü arasında pek bir fark yok. Ben burada görebildiğim kadarı ile bizzat O’ndan söz edeceğim yani Erdem Ağabey’den.
Özellikle; babaların, annelerin çocuklarına, ağabeylerin ablaların küçük kardeşlerine, öğretmenlerin öğrencilerine karşı o bildik mesafeli duruşlarının aksine kendisinden küçük yaştakilere karşı çok samimi ve müşfik bir yaklaşım vardı merhum Erdem Ağabeyde. Dostlarına karşı ilgi ve duruşundaki hali anlatılmaktan ziyade görmeye değerdi. Kızı Sevde Hanım henüz küçücük çocukken büyük adamla konuşur gibi onunla telefonda nasıl konuştuklarına kaç kere şahit olmuşumdur ve olmuşuzdur. Öğrendiklerini özümsemek belki de böyle bir şeydir. Rahmetli nasıl da içtenlikle anlatırdı; olayları; mesela; Resulullah’ın torunlarına gösterdiği ilgiyi, O, minberde konuşurken mescide giren torununun düşe kalka kendisine doğru ilerleyişi karşısında, konuşmasına ara verip minberden inerek O’nu alıp bir yere oturtuşunu, sonra da tekrar minbere çıkıp konuşmasına bıraktığı yerden devam edişini. Böyle ilginç noktaları tespit eder, kendisine has üslubu, yandan ve derin bakışları ile bizzat yaşamışçasına okur veya anlatırdı. İslamın Şiir Anıtlarından adlı kitaptan Sezai Karakoç’un sunumu ile Endalüs’e Ağıt şiirini okumuştu bir akşam, birkaç kişilik sohbet ortamında. O ne müthiş bir halet-i ruhiye idi anlatamam. Bugün için aradan 25-30 sene geçmesine rağmen halen o şiire baktıkça o anı yaşarım.
Birlikte bulunduğumuz zaman ve ortamlarda O’nun yüzeysel ve yapmacık hiçbir hareket ve davranışını görmedim. Karşısındakini ciddiye alması, onlara karşı samimi ve saygılı olması, kendisi ile konuşmak isteyen her kim olursa olsun onu dinlemesi, O’nun belirgin özelliklerinden biriydi. Kahramanmaraş’ta halen yaşayan, gözleri çok az gören, hareketleri belki bu yüzden ağır olan Süleyman isimli birisi var. Süleyman, az gördüğü için insanları seslerinden tanır, belirli kişiler sorulduğunda da neredeki tüm şeceresini sayar. Bazen de karşısındaki ile konuşurken büyükçe olan başını konuştuğu kişinin karnına yaslayarak sevecen bir görüntü sergiler. Erdem Ağabeyle bir ortamda bulunduğumuz günlerden birinde yakınımızdan geçerken Süleyman, birden duraksayıp sesleri dinledi. Sesini alınca biraz yüksekçe bir sesle: “Erdem Bey” dedi yani sesi tanıdı. Erdem Ağabey Süleyman’ı yanına çağırdı ve ona iltifat etti. “Bu Süleyman çok zekidir, bakın benim sesimi hemen aldı” dedi. Sonra da Süleyman’a; “Süleyman, sana bir şiir okuyayım” dedi ve ilave etti; “Bakın Süleyman bu şiiri hemen ezberler” dedi ve;
Ben de bir zamanlar Süleyman idim
Ateş-i rüzgara hükümran idim
Sanmayın Sultan Sülayman idim
Tersanede körükçü Süleyman idim
dörtlüğünü okudu. Gerçekten de Süleyman bir duymaya şiiri ezberledi.
Sürekli bir şeyler yapmak, yenilikler peşinde koşmak, bulunduğu yerde hareketliliği sağlamak Erdem Bayazıt’ın ilkelerindendi. Duruşu, sözleri ve davranışı ile ilkeliğini gösterirdi.
Arkadaşlarımızdan birine ait bir proje çok hoşuna gitmişti ve uygulamaya konulmasına vesile olmuştu. 400 ortaklı bir kooperatif O’nun gayretleri ile hayata geçmişti. Bu sayede Kahramanmaraş’ta ilk süper market kurulmuş ve işletmeye açılmıştı. Sonradan dumura uğratılan ve tasfiye edilen bu kuruluşu maalesef emanet edilenler koruyamamışlardı.
Daha sonra Ankara’da kurup işlettikleri Akabe Şirketi de bu anlamda hayata geçirilmişti. Dolayısıyla bu bağlamda ortak sayılabileceğimiz, Necati Bey Caddesindeki AKABE Kitapevinde bir gün öğleyin, küçük bir kaseden ekmekle yoğurt yediğini gördüğümde biraz burkulmuştum. Bugünlere hiç de kolay gelinmediğinin bilinmesi bakımından söylüyorum bunları. Ne sıkıntılı günler yaşanmıştı, ne sıkıntılı günler. Dışarıdan bakanlar ancak dışarıdan gazel okurlar. Bütün olup bitenler, bu insanları hiçbir zaman yıldırmamış, doğru bildikleri yoldan ayırmamıştır. Eli ılıktan soğuğa değmemiş, insanlık adına kaygı duymamış olanların bunları anlamaları çok zordur. Bu insanların, güçlükler içerisinde inşa ettikleri yapıların kapısını çalamayanlar, kapısının tokmağına bile dokunmayanlar, bu işlerin nasıl olduğun nereden bilecekler ki? Mehmet Kaplan’ın, Cumhuriyetin 50. Yılı adına yazdığı kitabında Erdem Bayazıt için söyledikleri ancak bu kabil işlerdendir. O derinliklere ermek kolay bir iş midir?
Benim gördüğüm kadarıyla Erdem Bayazıt, olması gerekeni yapar ve yaşardı. O bir medeniyet insanıydı. Bilgisi ve kültürü, sağlam bir medeniyetten neşet ederdi. Bir topluluğun içerisine girdiği zaman bırakın kendisine yer verilmesine izin vermesini, boş bulduğu yere otururken bile; “Burada oturan var mıydı?” diye soracak kadar erdemli ve medeni bir insandı.
Herkesin uyması gereken kurallara riayet etme durumu ve herkeste bulunması gereken hasletler, Erdem Bayazıt’ta daha bir olgun şekilde tezahür ederdi. Düşünerek ve seçerek konuşmak onun ayrıcalıklarındandı. Bir tefekkür insanı olması hasebiyle ilginç tespitlerde bulunur, sonra da onları çevresindekilerle paylaşırdı. Ayet ve hadisler dışında insanlardan sudur eden bir kısım sözler vardır ki; ben onlara; “Beylik Sözler” diyorum. İşte; “Her adama bir Hazret-i Ömer şansı tanıyınız” sözü Erdem Bayazıt’a ait bu beylik sözlerden birisidir. Özellikle karmaşa ve kargaşanın yaşandığı 70’li yıllarda bu sözü çok fazla kullanır, gençlere bu şekilde tavsiyelerde bulunurdu.
Hiçbir şekilde kıskançlık göstermeyip aksine başkalarının başarılarından büyük bir haz alması ve memnuniyet duyması, O’nda gördüğüm önemli özelliklerden biriydi. Arkadaşları bir araya toplama, bir iş yapma ve bir hizmet üretme bağlamında yayımlanmasında büyük gayret gösterdiği, sahiplendiği ve ön ayak olduğu Dört Mevsim Maraş Dergisi için yazı gönderme noktasında gönül koyarcasına her karşılaştığımızda; “Bu dergiye yazı gönderin” diyor, ben ise işimin yoğunluğunu bahane ediyordum. Ama O bu temennisinden vazgeçmiyor, ısrarla: “Yazamıyorsanız yazdırın, birilerinin yazmasını sağlayın” diyordu. Dolayısıyla bu dergide çıkan yazılarım daha çok rahmetli Erdem Ağabey hatırına yazılmış oluyordu.
Diyorum ya; Erdem Bayazıt farklı bir insandı, geçmişin ve günümüzün ceberut yazar ve çizerlerinden O’nu ayıran bir özellik de işte bu idi.
Bu yazının yazılışı tarihi itibarıyla üç yıl önceki Ramazan ayı içerisinde Rasim Özdenören Ağabey Kahramanmaraş’a gelmiş, bir vesileyle de görüşmüştük. Görüştüğümüz gün akşam Gaziantep’te bir programa katılacağını söylemişti Rasim Ağabey. Beni de davet etti. Sonra da telefonla arayarak benim programa katılmam halinde Erdem Bey’in de katılacağını, dolayısıyla benimle Kahramanmaraş’a döneceğini söyledi. Programa katılmak üzere Gaziantep’deki buluşma noktasına vardığımızda Erdem Ağabey’i çok halsiz ve mutsuz görmüştüm. En zor anlarında bile o kadar mutsuz görmemiştim O’nu. Bu programa belki de Rasim Ağabeyin hatırına katılmıştı, bilemiyorum. Çünkü nazik bir insandı ve arkadaşları ile beraber olmayı çok severdi. Birlikte olmayı önemserdi. O gece, programın akışı içerisinde bir şiir okuması istenmişti O’ndan. Her şeye rağmen daveti reddetmeyip sahneye çıktı, programa katılanları selamladı. Sonra da rahatsız olduğunu söyleyip özür beyan ederek sahneden indi. Onun bu haline çok üzülmüştüm. Programdan sonra Kahramanmaraş’a beraber döndük. Ben kendisini yormak istemesem de Maraş’a gelene kadar O sohbete devam etti. Böyle ince ruhlu bir insandı. Ama o gece benim içime bir kurt düşmüştü O’nun haline bakınca.
En son rahmetli Baysal Seyithanoğlu’nun cenazesinden sonra Rasim Ağabeyin de katılımı ile müşterek arkadaşları olan Mehmet Bayazıt’ı ziyarete gitmiştik birlikte. Mehmet Bayazıt hasta idi, sonra O da rahmetli oldu. Bu ziyaretten sonra da yine beraberce Baysal Seyithanoğlu’nun Gafarlı’daki bağ evine gitmiştik taziye için. Ondan sonra Erdem Ağabeyi görmedim. Rahatsızlığı süresince de üzmemek için görüşmedim, sadece selamlarımı gönderdim. Bilirim merhametli olduğu kadar da hassas bir yapısı vardı. Dilerim gittiği yerde üzülmez, dilerim dünyadakinden fraklı bir iltifata mazhar olmuştur. Çünkü huzuruna gittiği Allah’a inancı da güçlü ve farklı idi. O buna inanırdı. İnandığına nail olmuştur inşallah.
Elimiz yüreğimizde sürekli. Belirlenmiş zaman geldiğinde, zamanı durdurmak ve kaderi değiştirmek kimin haddine? Tarih 5 Temmuz 2008, saat 19:13 itibarıyla telefonuma Maraş Der’den bir mesaj düşmüş. Nejat Karpuzoğlu ile beraberim. Mesajı okuyorum, Nejat Beyle birbirimize bakıyoruz; “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” “Muhakkak ki dönüşümüz Allah’adır” diyoruz. Erdem Bayazıt için ruhun bedenden ayrılma zamanı gelmiş ve ruh bedeni terk etmiş. “İşte dünya bu” diyoruz.
Cenaze İstanbul’a defnedilecek, aile öyle karar vermiş belki kendisi öyle istemiş. 7 Temmuz 2008 ikindi namazı, Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay başta olmak üzere yurdun dört bir yanından onbinlerce insan Erdem Bayazıt için İstanbul’da toplanmış. Cenaze namazını İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı kıldırdı. O kadar insan cenaze namazını kıldı, O’nun için dua etti, Allah’tan mağfiret diledi. Dualar harman oldu. Cenazesine katılan ve katılamayan tüm sevenleri tek yürek oldu, O’nunla dünya dili ile konuşamıyorlardı ama hal diliyle vedalaşıyorlardı. Bu muhteşem vedalaşmada gözyaşları sel oluyor, hüzün kalpleri titretiyordu. Tekbirlerle insanların parmakları üzerinde O, ötelerin ötesine, ölümsüz aleme uğurlandı. Cennetin güzel köşklerinde oturmasını diliyorum.
Hayatı dolu dolu yaşamak, bu dünyadan giderken iz bırakmak öyle herkese nasip olmuyor. Milyonların, milyarların içerisinden bazılarının boyu diğerlerinden daha fazla uzuyor, sesi daha gür çıkıyor. Elbetteki o kişileri çokları görmüyor ama çokları onların gür sesini duyuyor. Kişinin kendisi, tevazu gösterip üzerine almasa da farklılık o kişilerin peşini bırakmıyor. Bu kişiler ölüme yürürken bile farklı yürüyorlar, öldükleri zaman da ruhaniyetleri farklılık arz ediyor. Bunları ve benzeri sözleri insanın yüzüne karşı söylemek riya olur, avamca tabirle yalakalık olur. Riya bize zaten yasaktır. Ölen kişinin arkasından olumlu sözler söylemek ise Allah’a minnet olur, şahitlik olur. Cenab-ı Allah’ın: “Kullarımın tezkiye ettiğini ben de tezkiye ederim” buyurmasına vesile olur.
Şair demiş ya:
Doyduğuma göre sen doğduğun zaman
Herkes gülendi sen ağlayan
Öyle bir hayat yaşa ki öldüğün zaman
Sen gülen ol herkes ağlayan
Dilerim O da öyle olmuştur. Belki farklılık da buradadır. Bazılarının dirisinin yani hayatının bir şeyler anlatması gibi ölümü de bir şeyler anlatır.
İşte Erdem Bayazıt onlardan birisidir
Allah rahmet eylesin.
Amin.


------------------------------------------------------------------------

Hiç yorum yok: